28 Haziran 2010 Pazartesi

the big four?


yine bir festival, yeni birkaç grup. the big four denilen olaydan fazlası vardı aslında bu üç güne sığabildiği kadarıyla. megadeth'den manowar'a, rammstein'dan accept'e kadar babalar çıktı sahneye. bu saydıklarımı daha önce izleyememiştim, güzel olacağını ümit ediyordum. sorunlu şu günlerde kafa dağıtmak -ya da sallamak- için da ha iyi ne olabilirdi ki.



derken haberleştik buluşmak için kök hücreleri selçuk, nadir, elif ve ben olan asıl the big four'la :). ilk güm rammstein vardı. yani çok sevmezdim ve de dinlemezdim kendilerini. ama sahnede adamları taktir ettik toplucana, adamlar tüm alman mühendisliğini kullanmışlardı şovlarında. ateş toplarından roketlere, sahne önündeki zodyağa kadar bir çok, can sıkmayan, eğlenceli bir tiyatro yaptılar sahnede. topluca kanımız sahnede gerçekten iyi oldukları konusundaydı.


ikinci günün headlinerı accept'di, bunlarda geçmişi 1970'lere dayanan speed/doom metal'ın başlandıçları sayılan gruplardan biri, ve yine almanlar. ama bu sefer ,bana göre beklenmedik kadar kötü sahneleri vardı, ama bizim diğer üçlü aynı şeyi düşünmediler. aslında ikinci gün, bizim için headliner manower'dı, özellikle Joey DeMaio'nın uzun uzun Türkçe konuşması etkileyiciydi. ve günün liderliğini almayı bildi benim açımdan.


üçüncü ve son günün headliner'ı metallica'idi. grup enerjisini koruyor gibi hala, james hetfield sahnede yine iyiydi. ama 2008 deki konserleri benim için daha bir unutulmaz oldu. ulrich gittikçe kötüye gidiyor, artık besteye vakit ayırmaktanmıdır bilinmez ama biraz davul çalsa daha iyi olacak kanımca. slayer'a diyecek sözüm yok, onlar da iyiydi ama benim için günün babası megadeth idi. saat 1700 gibi çıkmalarına karşı seyirci kimleri dinlediğini iyi biliyordu ve inönü yıkılacak gibi oldu bir an :). dave abimiz beyazlarla melek gibi bizi selamladı ve gitti.

22 Haziran 2010 Salı

boğaziçi köprüsü geçişi



planlananın bir hafta sonrasında oldu gezimiz ama iyi oldu, sevdik baya bunu, keşke hersene olsa dedik içimizden ama sanmıyorum. daha önceleri de gerçekleşmiş ama benim ilk katılşımdı. devasa bir katılım vardı, 7 den 77 ye kadar. köprüden geçmek çok çok çok güzeldi ve bir o kadar da renkliydi. resimler bunun kanıtı değil mi? :)


6 Haziran 2010 Pazar

keleş:baklava

bana göre tarsus'u tarsus yapan nedenlerden biri de yemak anlayışı. Bu yemek konusunda ben biraz seçiciyim sanırım herkes kadar. mesela kelle-paça yı çok severim, tabiki de yaz günlerinde sabaha karşı alkol aldıkdan sonra kent lokantası vazgeçilmemizdir. kebapdan, cezeryeden, humusdan ve tantuniden bahsetmeme gerek yok herhalde. Ayrıca içecek olarak şalgamımız da baya iddalıdır, özellikle rakının yanında.



vazgeçilmezlerimizden birisi de keleşoğlu baklavaları, böle bir tat olamaz. hayatım boyunca o kadar şey yedim, bakın sadece tatlı veya baklava demiyorum, tüm yediğim şeyler arasında ilk üçe girer. tarsuslular veyahut tarsuslu bir tanıdığı olan varsa büyük ihtimalle namını da duymuştur, yok eğer duymadıysa burası onun dünyası da değildir :)

5 Haziran 2010 Cumartesi

balık



çok sevdiğim liseden arkadaşlarımla buluşmak üzere Kadıköy'e doğru yola çıkıyorum. Metrobüs şeysinden sonra boğayıda geçerekten buluşma mekanına doğru ilerliyorum. Saat 1930 da olması gereken buluşmaya geç kaldığımı düşündüğüm için -ki saat 2009 idi- balıkçılar çarşısından kestirmeden gideyim diyorum, sokağa dalar dalmaz önümde kağıt toplayan şu arabalı gençlerden birine rastlıyorum, önümde yavaş yavaş ilerliyor. Ben de sorumluluk sahibi birisi olduğum için acele edeyim diyorum, bir manevra yapıp önümdeki kısıtlamadan kurtulmak istiyorum, tam adamdan kurtuldum derken kafama pat bir cisim düşüyor, cisim düşer düşmez arkamdaki küçük kız ve onun çingene annesi gülmeye başlıyor. Ben de kafama düşen cismi merak ediyorum haliyle ve arkama döner dönmez dükkan içine kaçmaya çalışan bir abi ve yere düşmüş bir de balık görüyorum. İlk başta idrak edemesem de elimi saçıma götürdüğümde aldığım kokudan başıma düşen cismin aslında bir balık olduğunu anladığımda ise sinirlerim tepeme çıkıyor ve kaçmaya çalışan abiye çarşı ortasında sövüp, balık kokan kafamla yoluma devam ediyorum. Hemen yandaki barın dışarısındaki masasından bir tane peçete araklayıp kafamı temizleme işlemine girişiyorum, ama kafam bok gibi balık kokuyor, hani balık gibi de kokmuyor. Tam anlamıyla bok gibi kokuyor. Daha sonra buluşma mekanına gittiğimde daha bizlerden kimsenin gelmediğini görüyor ve rahat bir nefes alıyorum. Çünkü kimse yanında bok balık kokan birini istemez. Arkadaşlarım gelene kadarki zaman zarfında kendimi temizlemeyi bir görev edinip, onlara layık olmaya çalışıyorum.

nice yıllara gorki..

3 Haziran 2010 Perşembe

gözde giyim

x=yoldan geçen adam
y=ben

x: çok felsefik bakıyorsun..
y: haa??
x: diyorum ki çok felsefik bakıyorsun, yüz ifaden...
y: haa hadi ya,, yok çok ilgilenmem,,
x: napıyorsun burada ?
y: nasıl yani ?
x: burada oturmuş napıyorsun?
y: hiç, okula gidecem, servisi bekliyorum,
x: nerde okuyorsun ?
y: boağaziçinde,
x: aferin, benimde yeğenlerimden birisi endüstri okuyor, ya da mezun oldu, haberim yok,,sen ne okuyorsun ?
y: makine müh,
x: ben de ..... okudum, şimdi ama o işi yapmıyorum, arada sırada imamlık felan da yapıyorum, evlenmeye karar verdim, karşıda oturuyorum, babam Beşiktaş'taki evi de verdi hem, evlenecem ben, para biriktirmeye başladım, 700 TL biriktirdim, bakk..
y: evet sanki o kadar var elinde,,
x: kitap okuyormusun ?
y: evet okurum zaman buldukça,
x: ismin ne senin ?
y: halid.
x: ne güzel ismin varmış,
y: teşekkürler,
x: nerelisin sen? izmirli gibisin?
y: yok hayır, ama olmak isterdim :)
x: hımmm, ısparta o zaman ?
y: yok ama aynı coğrafi bölgeden.
x: buldum, mersin ?
y: evet doğru :)
x: kitap almak ister misin?
y: olur tabikide, neler var elinde, kaç liradan başlıyor ?
x: herşey var, 4 liradan başlıyor,
y: 4 mü, hımm,, 2.5 TL çıktı üstümden, nakitim yok bak istersen,
x: senin halin ben den de vahimmiş,
y: uzaktan çok mu iyi görünüyorum ki ?
x: ....
x: sana şarkı söyleyim mi? .... bilirmisin?
y: yok bilemem, kim ki o?
x: ya çıkıyor ya tv ye işte, gitar filan çalıyor,
y: yok valla bilmiyorum,
x: senle dost olalım mı?
y: ....
x: yaz numaramı all
y: efendim ??
x: numaramı diyorum, yaz,
y: tamam,
x: 05.....fifteen ninety eight
x: sana kitap hediye edeceğim,
y: yok sağolun istemiyorum,
x: al o zaman kartımı al, dükkan profilo'ya giderken sağda,
y: hee, peki
x: orayı da satacam, sevmiyorum işi,
y: gözde giyim, hımmm
x: "hamdolsun milletimiz demokrasile yücelecek!" mişş, (RTE ye gönderiyor)
y: :):):)
x: servis geldi,,,
y: gel öpecem seni,


evet bu yukarıdaki diyaloğu bu sabah yaşadım, adam garipti baya, sabah sabah uykusuzlukla savaşırken bu adam uyandırdı beni :), gülümsedim biraz ... ama arıcamı sanmıyorum :)
sabah sabah kim yolladı seni ? :)

30 Mayıs 2010 Pazar

saatli bina



bugün yolum düştü Bakırköy taraflarına. Meşhur sarı dolmuşlarla yüz kilometre hız ortalama ile giderken ister istemez gözüm takıldı bir yerlere her zamanki gibi. biz Türkler ne kadar sıcak insanlarız dimi :) yani her an mangal yapabiliriz, yukarıdaki kareyi dolmuştan çektim, ilk başta yadırgadım onları. hani neden başka yer mi yok ulan mangal yapacak yer diye. sonra eve döndüm ve penceremden baktım, ve aşağıdaki iki fotoğrafı gördüm ve yukarıdaki piknik ekibine hak verdim. trump towersların manzarasından daha iyidir sanırım onların piknik konumu :).




daha sonra aklıma en güzel anlardan biri geldi, saatli binanın saati ile ayın birbirine yaklaştığı an... sonra dedim ki en azından bunlar yaklaşabilmiş birbirine..



29 Mayıs 2010 Cumartesi

istek

insanoğlu ki hayatta; doğurtulur, yaşatılır, son olarak da ölür veya öldürülür. hayatın anlamı ne dendiğinde ise cevap olarak bir hiç demeyi tercih ediyorum şu an itibariyle, hayatta iken çok sevilmiş olabilirsin, veya acayip nefret etmişlerdir senden, bir çok kişi tanımış, bir çok yeri gezmiş ve görmüş, her konuda becerikli de olabilirsin, veya küçük bir köyde tıkılıp kalmış her gün aynı kahvede okey atmaktan başka bir şey de yapmamış olabilirsin. çok okumuş, çok şey bilmiş yada tam tersi bilgisiz de olabilirsin. sırılsıklam aşık olmuş, elini tutabilmiş veya reddedilmiş de olabilirsin. onu unutmayı başarabilmiş veya beceremeyip o varmış gibi de yapabilirsin. konulara her tarafından bakıp karmaşık olaylara dalıp işin işinde boğulmuş veya basitçe halletmiş de olabilirsin. En sonunda şöyle ya da böyle, sana bana sorulmadan, zorla doğurtulup, zorla yaşayan, ölmek için ise can atan veya ölmekten korkan insanlar olduk.




Çok değil daha iki gün önce evimin yan sokağında yukarıdaki resimde görüldüğü üzere asker uğurlamak için eğlence düzenlemiş mahalleliler, müzik son ses eğleniyorlar, tabi aslına bakılırsa çok haklı, adam on beş ay kim bilir nerelerde olacak. İşin ilginci ise yine aynı sokaktan gelen az önceki feryat figan sesler kulağımdan hiç gitmeyecek gibi. Yine o resimdeki evlerden birinde yaşatılmaya çalışılan bir genç kız çocuğu apar topar yoldan çevrilen arabaya bindirilerek tahminen hastaneye kaldırıldı, kim bilir belkide ölüp kurtulmak istiyordu...

23 Mayıs 2010 Pazar

köprü

bir ilk bahar sabahı, güneşli mi güneşli bir günde memlekete varıyorum otobüsle,
otobüs ekinlerin arasında uzanan kapkara asfalt bir yolda,
aklım poğaça kokan otobüsün içinde,
kalbim bulutların üstünde,
sense başka ellerde...

9 Mayıs 2010 Pazar

sıkışık

evimin karşı çaprazında bir kadın var, daha doğrusu sanırım sadece geceleri yaşıyor :), ya da ben sadece geceleri mutfak penceresinden beynimin uyuştuğu zamanlarda oksijen depolamak için kafamı çıkardığımda görüyorum onu, saat dokuzlardan sonra konuşmaya başlıyor, oturuyor öylece dışarıda paltosuyla, bi tane kilime benzer, hani soğuğa karşı çok da güvenilmeyecek bir bez parçasını merdivenin üzerine sermiş ve konuşup duruyor durmadan, zaten daracık olan sokakta arabaların karşılıklı park etmesi sadece tek yöne bir araba akışı sağlıyor, bizimki de gel oğlum araba geliyor, gel kızım araba çarpacak diye konuşup duruyor üç köpeğiyle, teyze sigara manyağı, ne zaman gözüm çarpsa bi tane mahalle delikanlısana üç beş lira verip markete yolluyor, sonra tekrar devam; her zaman bir şeyler buluyor uğraşmak için, nasıl , nereden buluyor bu enerjiyi anlamıyorum, köpeklerinden mi ? :) pek sanmıyorum, ama herşeyini ona adamış gibi, en azından hareketlerinden bu anlaşılıyor, devamlı onlar için bişeyler yapıyor, evinin altında bodrum diye tabir edilen bölegede tutuyor sanırım onları, pek emin değilim, ama evin içinde de olabilirler, kadın yanlız sanırım evin içinde olma olasılığı yüksek bu yüzden, ve bugün o bodrum katından , o kadın tek başına yirmi küsür çuval taşıdı çöplüğe, tabiki de içindekileri bilmiyorum, aslında merak da etmiyorum, sabırsızlandıgım nokta neden bunu yapıyor, yani saatlerce soğuğa yağmura bakmadan onlarla merdivende oturuyor.. belki bir gün bi şişe şarapla giderimm yanına bun sormak için, ama bu sefer de köpeklerini salar diye düşünüyorum üstüme :), kim bilir ne düşünür ?? :)

1 Şubat 2010 Pazartesi

günaydın...

bir geceye günaydın...
ölmez de kalır isek, zaman da bulursak boğuşmaktan, paylaşım artacak...